Göze nedir, Göze ne demek

Göze; anatomi, biyoloji alanlarında kullanılan bir terimdir.

Yerel Türkçe anlamı:

Güzel.

Köşe, kenar.

Suların kenarında olan küçük çayırlık.

Kaynak

Oda.

Dam: Kırlangıçlar gözeye yuva yapmışlar.

Testi.

Süzgeç.

Su akıntısını kolaylaştıran, toprak damlardaki eyiklik.

Suyun çıktığı yer, kaynak.

Oda, bir gözcük oda

İlkbaharda çıkıp yazın kaybolan su.

[Bakınız: göz]

Çeşme.

Hücre.

Buğday, toprak ve benzeri şeyler elenen iri gözlü büyük kalbur.

Hıyar dikmek için açılan çukur.

Kaynak; çeşme; pınar; menşe

Atların ayağına takılan köstek.

Saman dökmek için evin damında açılan delik.

Coğrafya'daki terim anlamı:

[Bakınız: kaynak]

Bir fizik terimi olarak tanımı:

Isı, ışık, kimyasal etkileşim gibi olaylar sonucu oluşan yük-süren kuvvet kaynağı.

Su ürünleri alanındaki kelime anlamı:

Ağ ipliği veya ağ yapımında kullanılan başka bir materyalle çevrilmiş düzenli bir açıklık.

Zanaat Ticaret alanındaki sözlük anlamı:

[Bakınız: gözecik]

Toprak damlı evlerin tavanı. (Çarıksaray, Yukarıdinek *Şarkikaraağaç -Isparta)

Zooloji alanındaki anlamı:

Bir organizmanın yapı ve görev bakımından en küçük birliği. Genel olarak gözle görülemeyecek kadar küçük olup azçok farklılaşmış ve yarı geçirici bir göze zarı ile çevrili bir sitoplâzma yığını ile bunun ortasında bulunan bir çekirdekten oluşur.

 

Diğer sözlük anlamları:

Örme, örgü, yama.

Göze isminin anlamı, Göze ne demek:

Kız ismi olarak; Kaynak. Suların kıyılarında olan küçük çayır. Hücre. Örme, örgü. Sonbaharda çıkıp yazın kaybolan su.

Bilimsel terim anlamı:

İki yanı saydam küçük kap.

Bir dağılım çizelgesinde bir sıranın bir dikeçle kesiştiği yer ya da iki değişkenin karşılıklı değerlerinin belirlendiği altbölüm. bk. çizelge.

İngilizce'de Göze ne demek? Göze ingilizcesi nedir?:

cell, celi, mesh

Osmanlıca Göze ne demek? Göze Osmanlıca'da ne anlama gelir?:

hücre

Göze anlamı, tanımı:

Göze bilimi : Hücre bilimi.

Göze yutarlığı : Hücre yutarlığı.

Göze zarı : Hücreyi saran zar.

Gözeler arası : Dokularda gözelerin arasında yer alan, hücreler arası.

Görme gözesi : Petek gözü oluşturan çok sayıda hücreden her biri.

Göze almak : Gelebilecek her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabul etmek.

Göze batmak : Çekememezliğe yol açmak. aşırı derecede görünür olmak. tedirgin etmek, uygunsuz veya yakışıksız görünmek.

Göze çarpmak : Dikkati üzerine çekmek.

Göze diken olmak : Göze batmak.

Göze gelmek : Birisine nazar değmiş olmak.

Göze girmek : Davranış ve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak.

Göze görünmek : Belli, açık olmak.

Göze görünmemek : Kendisi var olduğu hâlde göz onu görememek. değersiz olmak. ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak.

Göze göz : Kısasa kısas.

Göze yasak olmaz : "bir kimseye veya nesneye bakılmasını kimse önleyemez" anlamında kullanılan bir söz.

Gözeli : Gözesi olan.

 

Gözeme : Gözemek işi.

Gözemek : Kumaştaki deliği örerek kapatmak. Dikilen bitkilerin seyrek yerlerini sıklaştırmak.

Gözene : Kovandan bal alırken arılardan korunmak için başa giyilen, ön tarafı telden başlık, gözlük.

Gözenek : Bir işlemede, örgüde, ipliklerin kesilmesi, ayrı tutulması yoluyla oluşturulan boşluk, ajur. Bitkilerde solunum ve fotosentez için gerekli oksijen ve karbondioksit alışverişine, suyun buhar olarak dışarı atılmasına yarayan, yaprakların alt yüzeyinde çok sayıda bulunan, hücreler arasındaki küçük deliklerden her biri, mesame. Canlı dokularda dış deri üzerindeki küçük, basit açıklık, mesame. Delikli bir nesnenin deliklerinden her biri. Pencere. Bir malzemenin içinde irili ufaklı boşlukların bulunması durumu, süngerimsi görünüş.

Gözenekli : Gözeneği olan.

Gözeneklilik : Gözenekli olma durumu.

Gözeneksiz : Gözeneği olmayan.

Gözeneksizlik : Gözeneksiz olma durumu.

Gözer : Buğday, toprak vb.nin elendiği iri gözlü kalbur.

Gözetici : Atletizmde ellişer metre aralıkla dönemeçlere dizilen en az dört gözlemciden her biri. Koruyucu kimse. Gözetleme yapan kimse.

Gözeticilik : Gözeticinin yaptığı iş. Gözetici olma durumu.

Gözetilme : Gözetilmek işi.

Gözetilmek : Gözetme işi yapılmak veya gözetme işine konu olmak.

Gözetim : Gözetme işi, nezaret. Gözaltı. Himaye.

Gözetim altında tutmak : Göz önünden ayırmamak.

Gözetime almak : Gözetmek.

Gözetiş : Gözetme işi.

Gözetleme : Gözetlemek işi, dikiz, dikizleme, erkete.

Gözetleme deliği : Kapının dışındakileri görmeye yarayan ve kapı ortasında açılmış mercekli delik, dikizlik.

Gözetlemek : Birinin yaptıklarını belli etmeden izlemek. Birine veya bir şeye gizlice bakmak, dikizlemek.

Gözetlenmek : Gözetleme işi yapılmak, dikizlenmek.

Gözetletmek : Gözetleme işini birine yaptırmak, dikizletmek.

Gözetleyici : Gözetleme işini yapan kimse, dikizci, erketeci.

Gözetleyicilik : Gözetleyicinin yaptığı iş, dikizcilik, erketecilik.

Gözetme : Gözetmek işi.

Gözetmek : Bir sonuca giderken bütün ayrıntı ve etkenleri dikkate almak. Önem vermek, göz önünde bulundurmak, ayrı tutmak. Korumak, bakmak, özen göstermek, himaye etmek. Kayırmak. Kollamak, beklemek.

Gözetmen : Film çalışmalarında yapımcı adına filmin sanat, teknik ve para yönünü düzenleyen kimse. Sınavın kurallara uygun bir biçimde yapılmasını sağlayan kimse, gözcü.

Gözetmenlik : Gözetmenin yaptığı iş.

Gözettirmek : Gözetme işini yaptırmak, gözetmesini sağlamak.

Gözevi : Göz yuvası.

Aslan kocayınca sıçan deliği gözetir : "güçlü olduğunda ağır ve büyük işler yapan, büyük kazançlar elde eden kimse, güçten düşünce pek küçük işlerle uğraşır, azla yetinir" anlamında kullanılan bir söz.

Ayrıcalık gözetmek : Ayrıcalık tanımak.

Bakan göze bağ olmaz : "göz önünde olan her şeye herkes bakabilir" anlamında kullanılan bir söz.

Bir gözeli : Bir hücreli.

Bir gözeliler : Yapısı tek bir hücreden oluşan hayvanlar veya bitkiler.

Çıkar gözetmek : Çıkarına bakmak.

Çok gözeli : Çok hücreli.

Dağınık gözenek : Ağaç başkesitindeki gözeneklerin dengeli düzende dağılım gösterme durumu.

Fark gözetmek : Ayrı tutmak.

Görüp gözetmek : Korumak, yardım etmek, mukayyet olmak.

Göz göze : Birbirine bakar bir biçimde.

Göz göze gelmek : Her iki tarafın bakışları karşılaşmak.

İleri gözetleyici : Düşman birliklerini bulunduğu noktadan gözetleyerek bombardımanın başarılı yapılması için gerekli koordinatları veren kişi.

Ölümü göze almak : Elde etmek istediği sonuç uğruna ölüm de dâhil her türlü tehlikeye açık olmak.

Sıra saygı gözetmek : Karşılıklı saygı göstermek.

Taraf gözetmek : Birinden yana olmak.

Hücre : Siyasi bir inançla gizli olarak çalışan bir örgütün genellikle aynı yerde çalışanlarının oluşturduğu topluluk. Tutukluların veya hükümlülerin yalnız olarak kapatıldıkları küçük oda. İnce bir zar içindeki protoplazma ve çekirdekten oluşmuş, bir organizmanın yapı ve görev bakımlarından en küçük birimi, göze. Küçük oda.

Su : Bazı kokulu yaprak veya çiçeklerin imbikten çekilmesiyle elde edilen kokulu sıvı. Bu sıvıdan oluşan kitle, deniz, akarsu. Hidrojenle oksijenden oluşan, sıvı durumunda bulunan, renksiz, kokusuz, tatsız madde, ab. Yemeğin sıvı bölümü. Meyve, sebze vb.nin sıkılmasıyla elde edilen sıvı. Demir araçları ateşte kızdırdıktan sonra, suya daldırılarak sağlanılan sertlik. Kez. Sutaş.

Göze açıklığı : Natika durumda gerilmiş ağda, gözenin karşılıklı düğümlerinden veya birleşme yerlerinden birbirinden uzak olanlardan bir düğümün iç kısmından diğerinin iç kısmına kadar olan uzaklık, ağ gözünde karşılıklı düğümlerin merkezlerinin gergin halde ölçülen en uzun mesafesi, ağ göze açıklığı.

Göze ağzı : (biyoloji) (karşılık: sitostom), (Yun. kytos = boşluk, Storno = ağız): Bazı birgözeli hayvanlarda besinin alındığı ve göze yutağına açıları açıklık.

Göze anüsü : (sitopig) (biyoloji) (karşılık: sitopig), (Yun. kytos = boşluk,Yun. pyge=kıç): Bazı birgözeli hayvanlarda sindirilmemiş maddelerin atıldığı geçici açıklık.

Göze arası boşluğu : (botanik) (biyoloji)

Göze arası köprüler : (biyoloji)

Göze arası maddesi : (biyoloji)

Göze arası sıvı : (biyoloji)

Göze artırma : Ağ yapmada, tam veya yarım gözeler ekleyerek düğüm sırasındaki göze sayısını çoğaltma işlemi.

Göze bölünmesi : Bir gözenin mayoz, mitoz ya da amitoz tipi bölünmeler göstererek ikiye ayrılması.

Göze çekirdeği ekşiti : Canlılarda göze çekirdeğindeki kalıtım etkeni DNA; göze ortamındaki RNA gibi dört tür özdeciksel birimin (ATGC kimi kez de U) fosfat-şeker zinciri üzerine bir şifreyle dizilmesinden oluşmuş dirilçoğuz.

Göze ile ilgili Cümleler

  • Bu banka her zaman kendi çıkarlarını gözetir.
  • Gözetlemede muhtemelen büyük bir hata olduğunu zannediyorum.
  • Gözerinde yaşlarla hikayeyi anlattı.
  • Ali bir avukat tutmayı göze alamaz.
  • Şu anda Tom'u ekipten kaybetmeyi göze alamayız.
  • Ali oda arkadaşını gizlice gözetledi.
  • Ali her şeyi gözetecek.
  • Göze almalıyız.
  • Göze batmamaya çalış Tom.
  • Göze göz düşüncesi bütün dünyayı kör edecek.
  • Göze göz, dişe diş.
  • Alnındaki yara izi çok göze batıyor.
  • Ben beklemeyi göze alamam.
  • Göze almak zorundayım.

Diğer dillerde Göze anlamı nedir?

İngilizce'de Göze ne demek? : [Gose] v. enjoy, have fun; get pleasure from

n. eye; sight; cell, compartment, drawer, cubbyhole, cubby, cubicle, cuddy; eyehole, small hole (as in a needle); optic; blinker; orbit, orb

Fransızca'da Göze : cellule [la]

Almanca'da Göze : Zelle

Rusça'da Göze : n. клетка (F), источник (M)