Verme nedir, Verme ne demek

  • Vermek işi

"Verme" ile ilgili cümle

  • "Ay başlarında borçlarımızı vermeye annemle birlikte çıkardık." - A. Kutlu

Bilimsel terim anlamı:

Bir şeyi, verilmesi gereken yere verme.

İngilizce'de Verme ne demek? Verme ingilizcesi nedir?:

delivery

Verme hakkında bilgiler

Verme, pop müzik sanatçısı Tarkan'ın 2001 yılı tarihli Karma albümündeki 12. parça.

Klip, 22 Ekim 2002 tarihinde yayına girdi. Klibin ikinci versiyonu ise 12 Kasım 2002 tarihinde yayına girdi.

Verme ile ilgili Cümleler

  • Burak partiye gitmesine izin vermediği için kızı Tuğba'dan özür diledi.
  • Vermek almaktan daha iyidir.
  • Babam onunla evlenmeme izin vermeyecek.
  • Kimse onlara cevap vermedi.
  • Hiç kimse bana karşılık vermedi.
  • Telefon çaldı ama yanıt vermedim.
  • Vermek almaktan daha hayırlıdır.
  • Ali henüz sorularımdan herhangi birine cevap vermedi.
  • Onun onu bana ödünç verip vermeyeceği umurumda değil.

Verme kısaca anlamı, tanımı:

Vermek : Bitki ve ağaç, ürün üretmek. Bırakmak veya bağışlamak. Dayamak. Satmak. Cinsel yönden kendisini kullandırmak. Ondan bilmek, atfetmek. Kızı, kadını biriyle evlendirmek. Sahip olmasını sağlamak. Döndürmek, çevirmek, yöneltmek. Yaymak. Kazandırmak, katmak. Bir şey üzerinde etki yapmak, biçimini değiştirmek. Tespit etmek. Kök veya gövdeleri sonuna -ı (-i, -u, -ü) zarf-fiil eki almış fiillere gelerek tezlik bildiren birleşik fiiller oluşturur. Doğurmak. Düşünce veya bilgi anlatan şeyleri başkalarına iletmek, bildirmek. Ayırmak, harcamak. Ödemek. Herhangi bir şey ortaya çıkarmak, oluşturmak. Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek. Herhangi bir duruma yol açmak. Hepsini herhangi bir duruma sokmak.

 

Vermeyince mabut neylesin sultan mahmut : Şanssız kişiler için söylenen bir söz.

Abdestini vermek : Birini azarlamak.

Acı vermek : Birinin üzülmesine sebep olmak, incitmek.

Açık bono vermek : Sınırsız yetki tanımak.

Açık vermek : Gizlenmek istenen bir olayı, bir düşünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açıklamak. geliri, giderini karşılamamak.

Ad vermek : Adlandırmak.

Adını vermek : Birinin adını söylemek.

Ağız ağıza vermek : İki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek bir biçimde konuşmak.

Ağız dil vermemek : Konuşmamak, susmak.

Ağlamayan çocuğa meme vermezler : "hakkını aramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez" anlamında kullanılan bir söz.

Ağzını kiraya vermek : Kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek.

Ağzının payını vermek : Verilen karşılıkla bir kimseyi söylediğine veya yaptığına pişman etmek.

Ahenk vermek : Düzeni, uyumu sağlamak.

Ahmağa yüz abdala söz vermeye gelmez : "ahmağa gereğinden çok ilgi gösterir, abdala gereğinden çok söz hakkı verirseniz sizi çok uğraştırır" anlamında kullanılan bir söz.

Akıl vermek : Akıl öğretmek.

Akla durgunluk vermek : Hayranlık uyandırmak.

Akla fenalık vermek : Çok şaşırtmak, çıldırtmak, zıvanadan çıkarmak.

 

Aklını başka yere vermek : Konuşulan konudan başka bir şey düşünür olmak.

Alabanda vermek : Azarlamak, paylamak, haşlamak.

Albeni vermek : Çekiciliğini artırmak, ilgi toplamak, hoş ve güzel göstermek.

Alıp vermek : Kalp çarpıntısı geçirmek. herhangi bir konu üzerinde yoğun olarak düşünmek.

Aman vermek : Canını bağışlamak, öldürmemek.

Aman vermemek : Acımayıp öldürmek. rahat bırakmamak, göz açtırmamak.

Anahtar vermek : Tuluat tiyatrosunda komiğe nükte yapma kolaylığı vermek.

Anlam vermek : Kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.

Ant vermek : Allah aşkına, çocuklarının başı için vb. sözlerle karşısındakini bir şeye zorlamak.

Ara vermeden : Sürekli, durmadan.

Ara vermek : Yeniden başlamak üzere konuşmayı durdurmak. yeniden başlamak için bir işi bir süre bırakmak, durmak.

Aralık vermek : Yeniden başlamak üzere bir işi kısa süre bırakmak. harfler veya satırlar arasında boşluk bırakmak.

Araya vermek : Yararsız bir işe harcamak.

Arka arkaya vermek : Birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak.

Arka vermek : Desteklemek. dayamak.

Arkasını vermek : Birinin koruyuculuğuna güvenmek.

Asker ocağına vermek : Askere göndermek.

Ata et ite ot vermek : Bir işi ters yapmak.

Ateş vermek : Tutuşturmak.

Ateşe vermek : Bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntı ve yıkıma uğratmak. aşırı telaşa ve sıkıntıya düşürmek. ateş içine sokmak. bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.

Ateşe vursa duman vermez : Pek cimri olanlar için söylenen bir söz.

Avans vermek : Öndelik vermek.

Ayak vermek : âşık atışmalarında dinleyicilerden biri uyak belirtmek.

Ayar vermek : Olayların istenilen doğrultuda gelişmesi için girişimde bulunmak. ayarlamak.

Aylık vermek : Aylık olarak üstlenilen parayı ödemek, maaş vermek.

Azap vermek : Acı çektirmek, üzmek.

Baba oğluna bir bağ bağışlamış oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş : "babalar çocukları için büyük fedakârlıklara katlanırlar ancak çocuklar babaları için fedakârlıkta bulunmazlar" anlamında kullanılan bir söz.

Balo vermek : Balo hazırlamak, düzenlemek.

Banttan vermek : Genellikle radyo ve televizyonda banttan yararlanarak daha önceden alınmış bir sesi veya görüntüyü yayımlamak.

Baş başa vermek : İki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak. dayanışmak.

Basıla vermek : Prova durumundaki bir kitabın veya yazının basıma uygun olduğunu bildirmek.

Baskın vermek : Ani ve habersiz girmek. saldırıda bulunmak.

Başlık vermek : Bazı bölgelerde, evlenirken kızın babasına oğlanevi tarafından para veya mal vermek.

Bedel vermek : Askerlik yapmamak veya kısa süre yapmak için devlete para ödemek.

Beğenmeyen kızını vermesin : Bir durumun beğenilmemesi karşısında, beğenmeyenin umursanmadığını anlatan bir söz.

Bel vermek : Duvar gibi dik şeyler dışarıya veya tavan gibi yatay şeyler aşağıya doğru kamburlaşmak. herhangi bir konuda destek olmak.

Belini vermek : Dayanmak, yaslanmak.

Beyanat vermek : Demeç vermek.

Bezi herkesin arşınına göre vermezler : "genel kurallar kişilerin isteklerine göre bozulmaz" anlamında kullanılan bir söz.

Biçim vermek : Bir şeyi biçimlendirmek.

Bıkkınlık vermek : Bir şeyi sürekli tekrarlayarak karşısındakini usandırmak.

Bire vermek : Buğday, arpa, nohut, fasulye vb. ürünler için toprak, kullanılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek. şans oyunlarında verilen paradan daha fazla para kazandırmak.

Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, işine son vermek.

Bono vermek : Borç alındığını gösteren vadeli senedi imzalayıp teslim etmek.

Borç vermekle düşman vurmakla : "borç vermekle, düşman vurmakla yok edilir" anlamında kullanılan bir söz.

Borcun iyisi vermek derdin iyisi ölmek : "borçlu ve dertli bir biçimde yaşanılmaz; borçtan kurtulmanın yolu onu vermek, onulmaz dertten kurtulmanın çıkar yolu ise ölmektir" anlamında kullanılan bir söz.

Boş vermek : Aldırmamak.

Boşa vermek : Boş geçirmek.

Boy vermek : Büyümek. suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek. su insan boyunu aşacak kadar derin olmak.

Boyun vermek : Buyruk altına girmek.

Bozuntuya vermemek : Bir kimsenin hoşa gitmeyen bir durumunda fark etmemiş gibi davranmak.

Brifing vermek : Bilgilendirmek.

Bulantı vermek : Bıkkınlık vermek. midesini bulandırmak.

Can alıp can vermek : Ölüm sıkıntısı ve acısı içinde bunalmak.

Can vermek : Ölmek. bir şeyi çok istemek. canlanmasına yol açmak. ruha güç vermek.

Canını vermek : Hiçbir şey esirgememek. kendisini feda etmek. bir şeye çok düşkün olmak, çok sevmek.

Çarka vermek : Kesici araçları bileği çarkı ile biletmek.

Cayırtı vermek : Gürültü ile gözdağı vermek.

Çekidüzen vermek : Düzgün duruma getirmek, düzeltmek. belirlenen ölçülere uydurmak.

Çeliğe su vermek : Çeliği özel bir biçimde hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak.

Cepten vermek : Kendi kesesinden, kendi malından ödemek.

Cesaret vermek : Birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklendirmek.

Cevap vermek : İyi sonuç vermek, iyi sonuç alınmak. gereksinimi karşılamak. karşılık olarak bildirmek veya söylemek.

Cevaz vermek : Hoş görmek, uygun bulmak.

Ceza vermek : Cezalandırmak. para cezası ödemek.

Çıkış vermek : Belge düzenleyip işine son vermek.

Cila vermek : Aydınlatmak.

Çırak vermek : Çırak olarak çalışması için bir iş yerine göndermek.

Çobana verme kızı ya koyun güttürür ya kuzu : "nazik bir işi, o işin inceliğini anlamayan bir kimseye yaptırma" anlamında kullanılan bir söz.

Dal vermek : Dayanmak, yaslanmak.

Değer vermek : Değerli saymak, önem vermek.

Delinin eline değnek vermek : Kötülük yapabilecek bir kimsenin davranışlarını kolaylaştırmak.

Demeç vermek : Yetkili bir kimse bir konuda yayın organlarına açıklama yapmak, beyanat vermek.

Ders vermek : Öğretmek, yetiştirmek. azarlamak, sert davranmak, sert bir karşılıkla yola getirmek.

Destur vermek : İzin vermek.

Dil ağız vermemek : Ağız dil vermemek.

Dile vermek : Gizli tutulması gereken bir şeyi açığa vurmak, duyurmak, yaymak.

Direktif vermek : Talimat vermek, emretmek, buyurmak.

Dizginleri ele vermek : Başkasının yönetimini kabullenmek.

Döl vermek : Ürün vermek. yavru vermek, üremek.

Duman vermek : Çok duman çıkarmak. ortalığı karıştırmak.

Düzen vermek : Düzenlemek, dağınıklıktan kurtarmak. akort etmek.

Eğitim vermek : Belli bir bilim dalı veya sanat kolunda yetiştirmek.

Eğreti vermek : Ödünç vermek.

Ehemmiyet vermek : Önem vermek.

El ele vermek : El tutuşmak. birlikte davranmak, bir konuda birleşmek.

El vermek : Kâğıt oyunlarında elde olan veya olmayan sebeplerle oyun üstünlüğünü karşı tarafa bırakmak. halk hekimliği ile uğraşan kimse bilgilerini bir başkasına öğretmek. tarikatlarda mürşit, bir müride, başkalarına yol gösterme izni vermek. yardım etmek.

Ele vermek : Ortaya çıkarmak. suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak, ihbar etmek. herhangi kötü bir şey yapanın yaptığını herkese bildirmek.

Elektrik vermek : İşkence amacıyla birinin çıplak bedenine doğru akım vermek. elektrik enerjisini kullandırmak. etkilemek, etkisi altında bırakmak. bir yeri elektrikle donatmak.

Emek vermek : Bir şeyin meydana gelmesi için özenli bir biçimde ve çok çalışmak.

Emir vermek : Buyurmak, buyruk vermek.

Emniyet vermek : Güven vermek.

Emrine vermek : Yararlanması için ayırmak. görevlendirmek, atamak.

Emsal vermek : Örnek vermek.

Ere vermek : Kızı evlendirmek.

Eziyet vermek : Zahmet çektirmek.

Falso vermek : Açık vermek. bozulmaya yüz tutmak.

Fasıla vermek : Ara vermek, kesmek.

Fayda vermemek : Yararlı olmamak.

Ferahlık vermek : İç açmak, rahatlık hissettirmek.

Fetva vermek : Gereksiz yere emir verir gibi konuşmak. herhangi bir işlemin veya eylemin din kurallarına uygun olup olmadığı konusunda konuyla ilgili bilim adamlarınca açıklama yapılmak. bir işin yapılabilmesi için yargıda bulunmak.

Fikir vermek : Düşüncesini bildirmek. bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.

Filiz vermek : Ortaya çıkmak. sürgün çıkmaya başlamak.

Fire vermek : Eksilmek, azalmak.

Fırsat vermek : Bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak.

Fit vermek : Birini başkasına karşı kışkırtmak, arayı açmak. birine kuşku uyandırmak.

Fitil vermek : Kızdırmak, azdırmak, kışkırtmak.

Fiyasko vermek : Bir girişim başarısızlıkla sonuçlanmak.

Fiyat vermek : İsteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek.

Frikik vermek : Göğüs, bacak gibi vücudun belirli bölümlerini, bilerek veya bilmeyerek gereğinden fazla açarak göstermek.

Gaipten haber vermek : Kendisinde manevi güç olduğuna inanılan kimse, gelecekte neler olacağından veya bilinmeyen âlemden haber vermek.

Garanti vermek : Güvence altına almak.

Gayret vermek : İsteklendirmek, özendirmek, yüreklendirmek.

Gaz vermek : Coşturmak. dolduruşa getirmek. motorlu taşıtlarda gaz pedalına basmak.

Geçit vermek : Çay, ırmak, dağ vb.nin geçilecek bir yeri olmak.

Geri vermek : Bir şeyi aldığı yere veya kimseye vermek, iade etmek.

Gıcık vermek : Bir kimseyi sürekli sinirlendirmek. boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak.

Göğüs vermek : Eziyete, sıkıntıya katlanmak, tahammül etmek.

Gönül verme evliye eve gider unutur : "bir kadın, evli bir erkeğe gönlünü kaptırmamalıdır" anlamında kullanılan bir söz.

Gönül vermek : Düşkün olmak. sevmek, âşık olmak. bir şeyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelmek, eğinmek, meyletmek.

Gözdağı vermek : Sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak.

Günahını vermez : Çok cimri.

Güven vermek : Güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmek.

Güvence vermek : Bir sorumluluk karşılığı olarak para vb. ortaya koymak, inanca vermek, teminat vermek, garanti vermek. bir anlaşmada taraflardan biriyle ilgili olarak sorumluluğu yüklenmek, inanca vermek, teminat vermek, garanti vermek.

Güvenoyu vermek : Hükûmetin tutumu ile ilgili olarak milletvekilleri tarafından olumlu oy kullanılmak.

Haber vermek : Bildirmek, haber ulaştırmak. bir durumun, bir olayın belirtisi olmak.

Haberden haber vermek : Bir kimse veya bir konuda bilgi istemek.

Hak vermek : Birinin düşüncesini, davasını, iddiasını doğru bulmak.

Hakkını vermek : Gereğini bütün olarak yerine getirmek. birinin çalışmasının karşılığını gereğince değerlendirmek.

Halel vermek : Bozmak, sarsmak.

Hararet vermek : Susatmak.

Hava vermek : Tekerlek vb. cisimleri hava ile şişirmek, şişkinliğini artırmak, hava basmak. akciğerlere basınç altında hava veya oksijen doldurmak.

Hayat vermek : Canlılık vermek, canlandırmak.

Haz vermek : Hoşlanmasını sağlamak.

Helallik vermek : Helal etmek.

Herkesin arşınına göre bez vermezler : "genel kurallar herkesin istek ve ihtiyacına göre bozulamaz" anlamında kullanılan bir söz.

Hesap vermek : Herhangi bir davranışın sebebini açıklamak, anlatmak. bir işin sorumluluğunu yüklenmek.

Heyecan vermek : Heyecan duymasına sebep olmak.

Hissini vermek : Gibi gelmek, ... izlenimini uyandırmak.

Hitam vermek : Bitirmek.

Hız vermek : Hızını artırmak, hızlandırmak. isteklendirmek.

Hüküm vermek : İyice düşündükten sonra bir karara varmak. bir suçluyu mahkûm etme.

Huzur vermek : Gönül rahatlığı, dirlik vermek, dinlendirmek.

İcara vermek : Kiraya vermek.

İcazet vermek : İzin, onay vermek.

İcraya vermek : Alacağın borçludan alınabilmesi için icraya başvurmak.

İfade vermek : Bir olayla ilgili olarak gördüğünü, bildiğini yetkili veya ilgili kimseye söylemek.

İhtimal vermemek : Bir şeyin gerçekleşeceğini, olabileceğini hiç düşünmemek.

İhtiyaca cevap vermek : Gereksinimi karşılamak.

İkrar vermek : Söz vermek.

İlan vermek : Çeşitli basın yayın organlarıyla bir durumu duyurmak, açıklamak.

İmtihan vermek : Sınanmak. tehlikeli ve zor bir durumdan zarar görmeden iyi bir sonuca ulaşmak.

İmza vermek : İmza atmak.

İnanca vermek : Güvence vermek.

İpucu vermek : Aranılan gerçeğe ulaştırabilecek şeyle ilgili, onu bulmaya yarayan bilgi vermek.

İş vermek : Gönlü olduğunu gösterecek davranışlarda bulunmak, pas vermek. birine yapacak iş göstermek.

İşaret vermek : Bir araç kullanarak bir şeyi belli etmek.

İsmini vermek : Adını vermek.

İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara : "birinden bir şey isteyen utanır ancak isteği yerine getirmeyen daha çok utanmalıdır" anlamında kullanılan bir söz.

İstikamet vermek : Yön vermek, yöneltmek.

İte ot ata et vermek : Ata et, ite ot vermek.

İzahat vermek : Açıklamalarda bulunmak, ayrıntılı bilgi vermek.

İzin vermek : Birini bir şey yapmada serbest bırakmak. işine son vermek, hizmetinden çıkarmak. birine bir iş yapması için müsaade etmek.

Kabak tadı vermek : Aşırı tekrarlanması, sürdürülmesi yüzünden bir şeyden doygunluk, yorgunluk veya bıkkınlık duyarak onu istemez duruma gelmek.

Kafa kafaya vermek : Dayanışmak. iki veya birkaç kişi bir kenara çekilip konuşmak.

Kambura vermek : Ciltlenecek kitabın sırtını, formalar dikildikten sonra çekiç veya makine yardımıyla yuvarlaklaştırmak.

Kan vermek : Hastaya, yaralıya kan aktarmak. kan nakli için kan aldırmak.

Kapora vermek : Güvenmelik vermek.

Karar vermek : Bir sorunu karara bağlamak, kararlaştırmak.

Karşılık vermek : Cevap vermek, yanıt vermek. küçük büyüğüne karşı gelmek.

Kasvet vermek : Sıkıntı vermek.

Kaygı vermek : Endişelendirmek.

Kayıp vermek : Ulus, toplum, kuruluş vb. değerli bireylerini yitirmek.

Keder vermek : Üzüntü vermek, kederlendirmek, tasalandırmak.

Kelleyi vermek : Canını feda etmek.

Kendine süsü vermek : Gerçeğe aykırı olarak kendisinde veya herhangi bir şeyde üstün bir nitelik ve değer varmış gibi göstermek.

Kendini ele vermek : Yaptığı bir davranış veya söylediği bir sözle kendi suçunu ortaya çıkarmak.

Kendini vermek : Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle ilgisini kesip tek şeyle aşırı ölçüde ilgilenmek.

Keseneğe vermek : Bir şeyin gelirini önceden götürü olarak satmak.

Kesiklik vermek : Ara vermek. hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk ortaya çıkmak.

Keyif vermek : Neşe vermek, sarhoş etmek.

Kilo vermek : Vücudun ağırlığı azalmak, zayıflamak.

Kiraya vermek : Kira karşılığında vermek, icara vermek.

Kıymet vermek : Değerli olarak kabul etmek, değerlendirmek.

Kız vermek : Bir ailenin kızını bir başka aileye gelin etmek.

Kocaya vermek : Kız veya kadını evlendirmek.

Kol vermek : Destek olmak.

Koltuk vermek : Yüzüne karşı övmek, pohpohlamak. koltuklamak.

Komut vermek : Herhangi bir davranış, hareket vb. için buyrukta bulunmak.

Konferans vermek : Herhangi bir konuda bilgi verecek biçimde konuşma yapmak.

Konser vermek : Dinleyicilere, müzik eserlerini çalmak veya söylemek.

Kopya vermek : Sınavda sorulara cevap vermesi için bir kimseye gizlice yardımda bulunmak.

Korku vermek : Korkutmak.

Koz vermek : İmkân tanımak, elverişli durum sağlamak.

Kulak vermek : Merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak.

Kurban vermek : Can kaybına uğramak.

Kuvvet vermek : Bir konuya çok önem vermek.

Maaş vermek : Aylık vermek.

Mahal vermek : Bir olayın gerçekleşmesine fırsat vermek.

Mahkemeye vermek : Dava açmak.

Malumat vermek : Bilgi vermek.

Mana vermek : Kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.

Mehil vermek : Süre tanımak.

Meme vermek : Emzirmek.

Mercimeği fırına vermek : Kadınla erkek gizlice aşk ilişkisi kurmak.

Mesaj vermek : Duygu ve düşünceleri karşı tarafa dolaylı bir biçimde anlatmak.

Meşk vermek : Ders vermek.

Metelik vermemek : Değer ve önem vermemek, umursamamak, aldırış etmemek.

Meydan vermemek : Kötü bir durumun gerçekleşmesi için imkân veya zaman bırakmamak.

Meyil vermek : Eğiklik sağlamak. ilgi göstermek, gönül vermek.

Meyve vermek : Ürün vermek. bir eser ortaya çıkarmak.

Mola vermek : Uzun süren yolculuğa, yürüyüşe veya çalışmaya, dinlenmek amacıyla bir süre ara vermek, oturup dinlenmek.

Moral vermek : Bir kimsenin ruhsal direnme gücünü artırmak, cesaretlendirmek, yüreklendirmek.

Mücadele vermek : Savaş vermek, mücadele etmek.

Mühlet vermek : Bir iş veya borç için belirli bir süre tanımak.

Müjde vermek : Bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak.

Mülakat vermek : Belli bir konuda konuşmak, demeç vermek.

Mum dibine ışık vermez : "etkili kişi kendi yakınlarına yardımcı olamaz" anlamında kullanılan bir söz.

Nabzına göre şerbet vermek : Birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak yolda davranmak.

Nam vermek : Ün kazanmak.

Narkoz vermek : İlaç vererek hastayı bilinçsiz ve ağrı duymaz duruma getirmek.

Netice vermek : Sonuç vermek.

Nihayet vermek : Bitirmek, tamamlamak, sonuçlandırmak. ilişkiyi kesmek, bir işi, alışkanlığı yapmaktan vazgeçmek.

Nispet vermek : Karşısındakini kızdırmak için ona gösteriş yapmak.

Not vermek : Bir şeyin değeri üzerinde olumlu veya olumsuz bir kanıya varmak. öğrencinin bilgisini bir sayı veya derece ile belirlemek.

Notunu vermek : Bir kimse için kötü bir kanıya varmak.

Nutuk vermek : Bir konuda özel olarak hazırlanıp konuşmak.

Ödül vermek : Ödüllendirmek.

Ödünç vermek : Geri almak üzere birine mal, para, eşya vb. vermek.

Oğul vermek : Oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp ayrı bir kovana gitmek.

Öğüt vermek : Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için yol göstermek, nasihat etmek.

Olur vermek : Yetkili makam bir uygulamanın yapılabilmesi için yazılı izin vermek.

Omuz vermek : Omzuyla dayanmak. destek olmak.

Önem vermek : Değer vermek, önemli saymak.

Önerge vermek : Bu tür bir yazıyı ilgili meclis veya kongre başkanlığına sunmak, takrir vermek.

Onuruna vermek : Birine saygı göstermek için yemek, toplantı vb. ağırlamada bulunmak.

Örnek vermek : Bir konuyu daha ayrıntılı bir biçimde anlatabilmek için örneklendirmek.

Orta katı kiraya vermek : Gebe kalmak.

Ortalığı gürültüye vermek : Gereksiz bir telaşa düşürmek.

Oy vermek : Herhangi bir konuya ait tercihini belirtmek, rey vermek.

Oyun vermek : Oyunda kaybetmek.

Pabucunu eline vermek : Dolaylı olarak kovmak.

Paniğe vermek : Büyük bir dehşete düşürmek, çok korkutmak.

Parayı araya değil paraya vermeli : "parayı gerekli yere harcamalı" anlamında kullanılan bir söz.

Parti vermek : Bir şeyi kutlamak veya eğlenmek için birçok kimseyi bir araya toplamak.

Pas vermemek : Yüz vermemek, ilgi göstermemek. karşı cinse umut ve cesaret vermemek.

Pasaportunu eline vermek : Kovmak, işten atmak.

Patırtıya vermek : Gürültüye vermek.

Patlak vermek : Gizli kalması istenen veya beklenmedik bir olay, ansızın ortaya çıkmak.

Pay vermek : Hisse vermek, bölüşmede bulunan parçalardan ayırmak. küçük büyüğe karşılık vermek, saygısızca davranmak.

Paye vermek : Değer, önem vermek.

Perişanlık vermek : Perişan duruma getirmek, perişan etmek.

Pikoya vermek : Piko yapılması için bazı örtü, çarşaf, çamaşır vb.ni pikocuya götürmek.

Post vermek : Canını vermek, ölmek.

Poz vermek : Resim yaptırmak veya fotoğraf çektirmek için durum almak.

Puan vermek : Boksta ve güreşte başarısız duruma düşmek. değer biçmek, not vermek.

Rahatsızlık vermek : Rahatını bozmak, rahatını, keyfini kaçırmak.

Randevu vermek : Belli bir saatte, belli bir yerde biriyle buluşmak için söz vermek.

Rapor vermek : Herhangi bir konuda yapılmış olan inceleme, araştırma sonucu düşünce veya gözlemleri bildirmek.

Rehin vermek : Borçlu daha sonradan almak üzere değerli bir şeyini alacaklıya vermek.

Renk vermek : Açık etmek. çamaşır rengi solmak. neşe, canlılık veya değişiklik kazandırmak.

Renk vermemek : Duygularını, düşüncelerini veya başka bir durumunu belli etmemek, bir şeyi bildiği hâlde bilmez gibi görünmek.

Revnak vermek : Hoşluk, güzellik, renklilik katmak.

Rey vermek : Oy kullanmak.

Rikkat vermek : Duygulandırmak, etkilemek.

Rüşvet vermek : Bir görevliye bir işi yaptırmak için para veya mal vermek.

Sadra şifa vermek : Gönlü, yüreği rahatlatmak, ferahlatmak.

Sakalı ele vermek : Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek.

Salık vermek : Haber vermek. tavsiye etmek.

Sapartayı vermek : Azarlamak, terslemek.

Savaş vermek : Savaşmak.

Savaşım vermek : Bir amaca erişmek, bir güce karşı koyabilmek için uğraşmak, çaba göstermek, mücadele etmek.

Sebebiyet vermek : Bir şeye, bir olaya sebep olmak, yol açmak.

Şekil vermek : Belirli bir biçime girmesini sağlamak, biçimlendirmek, şekillendirmek.

Sekte vermek : Kesintiye uğramak.

Selam vermek : Selamlamak. başını sağ ve sol omuzlarına çevirerek namazı bitirmek.

Semeresini vermek : Bir şey istenilen verimi, sonucu vermek.

Senet vermek : Yazılı ve imzalı belge vermek.

Ser verip sır vermemek : Ağzı sıkı olmak.

Şeref vermek : Onurlandırmak, şereflendirmek.

Sergin vermek : Hastalanıp yatağa yatmak.

Serinlik vermek : Rahatlatmak, huzura kavuşturmak. serin duruma getirmek. acısını, sıkıntısını azaltmak, avundurmak.

Ses vermek : Herhangi bir sesi çıkarmak. bir çağrıya karşılık vermek.

Sicil vermek : Sorumlu bir görevli, yanında çalışan birinin bir aşamaya gelmesinde yeterli olup olmadığını gereken makama bildirmek.

Şifa vermek : İyi etmek, sağlığına kavuşturmak.

Sıkıntı vermek : Tedirgin etmek, bunaltmak.

Sınav vermek : Sınavdan geçmek.

Sinyal vermek : Bir şeyi işaretle bildirmek.

Sipariş vermek : Bir şeyin yapılmasını, getirilmesini veya gönderilmesini birine ısmarlamak.

Sır vermek : Bir sırrı açığa vurmak, başkasına söylemek.

Sırt sırta vermek : İş birliği yapmak.

Son nefesini vermek : Ölmek.

Son pişmanlık fayda vermez : "iş işten geçtikten sonra pişman olmanın yararı yoktur" anlamında kullanılan bir söz.

Son vermek : Bitirmek, sona erdirmek.

Sonuç vermek : Sonuçlanmak.

Söylev vermek : Bir topluluğa düşünceler, duygular aşılamak amacıyla coşkulu ve güzel söz söylemek.

Söz vermek : Bir işi yapacağını kesinlikle bildirmek.

Söze son vermek : Konuşmayı bitirmek.

Su vermek : Bitkileri sulamak. insanlara içmek için su getirmek. hayvanlara su içirmek.

Sürgün vermek : Filizlenmek.

Tacizlik vermek : Usandırmak. tedirgin etmek.

Tafsilat vermek : Bir kimse, bir şey veya durumun özelliklerini, inceliklerini, ayrıntılarıyla anlatmak, uzun uzadıya anlatmak.

Takibe vermek : Banka, alacağını hukuki yoldan tahsil edilebilmek için işi avukata havale etmek.

Takrir vermek : Tapu dairesinde taşınmaz malını başkasına sattığını veya ipotek ettiğini sözle ifade etmek. önerge vermek.

Taktik vermek : Çeşitli sorunlarda sonuca ulaşmak için yol ve yöntem göstermek.

Talimat vermek : Üst düzeyde bulunan biri, yaptıracağı işle ilgili olarak görüşünü belirtmek, yol göstermek.

Talkın vermek : Ölü gömüldükten sonra mezar başında imam dinî sözler söylemek.

Tamire vermek : Onarılmak için bir şeyi onaracak kimse veya yere vermek.

Tarziye vermek : Gönül almaya çalışmak, özür dilemek.

Tat vermek : Bıktırmak. hoşa giden bir duruma sebep olmak. acı, tatlı, ekşi vb. bir tat kazandırmak.

Tav vermek : En uygun duruma getirmek. gereken ve uygun nemi sağlamak.

Taviz vermek : Ödün vermek.

Tekmil vermek : Ast, bir iş ve durum hakkında üste bilgi vermek. ast, üstüne künyesini söylemek.

Telaşa vermek : Davranış ve hareketleriyle çevresindekileri heyecana, aceleye, sıkıntıya sokmak.

Teminat vermek : Güvence vermek.

Tepki vermek : Herhangi bir etkiye karşı söz veya davranışla karşılık vermek.

Terbiyesini vermek : Sert sözlerle terbiyesizliğini kendisine anlatmak.

Tezkeresini eline vermek : İşine son vermek, kovmak.

Tilki uykusuna vermek : Uyuyormuş gibi yaparak fırsat kollamak.

Tomruğa vermek : İşkence aracına suçlunun ayaklarını geçirmek.

Toprağa vermek : Ölüyü gömmek.

Tüyo vermek : Herhangi bir konuda gizli bilgi vermek.

Uç vermek : Çıban baş vermek. bitki bitmek, sürmek. gelişme, büyüme başlangıcı göstermek. ortaya çıkmak.

Ültimatom vermek : Nota vermek, istekleri sert bir biçimde bildirmek.

Ulufe vermek : Yerli yersiz bol keseden para harcamak. Osmanlılarda askerî ve sivil kuruluşlardaki görevlilere üç ayda bir verilen ücreti dağıtmak.

Ümit vermek : Umut vermek.

Umut vermek : Bir kimsede umut uyandırmak, bir kimseye güven vermek.

Ürküntü vermek : Ürkütmek.

Ürperti vermek : Korkutmak.

Usanç vermek : Usandırmak, bıktırmak.

Utanç vermek : Utandırmak, utanmasına yol açmak.

Uyku vermek : Uyuma isteği duyurmak, uyutucu özelliği olmak.

Üzüntü vermek : Tedirginlik yaratmak, sıkıntı ve huzursuzluğa yol açmak.

Vaaz vermek : Vaaz etmek.

Velveleye vermek : Gereksiz telaşa ve heyecana düşürmek.

Veresiye vermek : Malı parasını daha sonra almak şartıyla vermek.

Vücut vermek : Vücuda getirmek.

Yakayı ele vermek : Kaçamayarak ele geçmek, yakalanmak.

Yangına vermek : Tutuşturmak, bir şeyi bilerek yakmak.

Yanıt vermek : Yanıtlamak, cevaplamak.

Yel vermek : Rüzgârı veya havayı herhangi bir şeyin üzerine yöneltmek.

Yele vermek : Savurmak, boşuna harcamak.

Yemek vermek : Konukları yemeğe çağırmak.

Yemin vermek : Ant vermek.

Yer vermek : Konu edinmek. önemli bir görev vermek. kullanmak. bir olaya yol açmak, imkân tanımak. kendi yerini bir başkasına bırakmak. önemli saymak, saygı göstermek. ağırlık vermek. söz etmek, değinmek.

Yetki vermek : Yetkilendirmek.

Yol vermek : Hızını artırmak. işten çıkarmak, işine son vermek. geçmesine izin vermek.

Yoluna can vermek : Birinin uğruna ölmek.

Yön vermek : Yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek.

Yuları ele vermek : Birinin sözünden çıkmayacak duruma gelmek, kendi iradesiyle davranmamak.

Yürek vermek : Yüreklendirmek, cesaretlendirmek.

Yüz vermemek : Önemsememek. ilgi, yakınlık göstermemek.

Zahmet vermek : Sıkıntı vermek.

Zaman vermek : Bir iş için belli bir süre ayırmak.

Zarar vermek : Kötülük etmek. birinin parasal kayba uğramasına sebep olmak.

Zayiat vermek : Kayba uğramak, zarar ziyan görmek.

Zeval vermemek : Yok etmemek, sona erdirmemek.

Zılgıt vermek : Korkutmak, çıkışmak, azarlamak, gözdağı vermek.

Zırnık vermemek : En ufak bir şey vermemek.

Müzik : Bu biçimde düzenlenmiş seslerden oluşan eserlerin okunması veya çalınması. Birtakım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatı, musiki.

Sanatçı : Sinema, tiyatro, müzik vb. sanat eserlerini oynayan, yorumlayan, uygulayan kimse. Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan, eser veren kimse, sanat adamı, sanat eri, sanatkâr, artist.

Tarihli : Herhangi bir tarihi taşıyan, günlü.

Karma : Ayrı türden olan ögelerin karıştırılmasıyla oluşmuş, muhtelit. Karmak işi.

Albüm : Fotoğraf, pul vb.ni dizip saklamaya yarayan bir defter türü. Herhangi bir konu ile ilgili kısa açıklamalar verilerek resimler basılmış olan kitap. Uzunçalar.

Parça : Pasaj. Güzel, alımlı kız veya kadın. Küçümseme ve değersiz sayma bildiren bir söz. Nesne. Müzik eseri. Birkaçı bir araya geldiğinde bir bütünü oluşturan şeylerin her biri, modül. Bir bütünden kopma, kırılma, yırtılma vb. yoluyla ayrılmış bölüm, lime. Bir bütünden ayrılan, ayrı sayılan veya artakalan şey. Tane.

Ekim : Ekme işi. Yılın onuncu ayı, teşrinievvel.

Vermeyince mabut, neylesin sultan mahmut : şanssız kişiler için söylenen bir söz.

Vermeyişin : Vermeyince, vermedikten sonra.

Diğer dillerde Verme anlamı nedir?

İngilizce'de Verme ne demek? : [verme (m) ] n. worm, maggot

n. maggot, helminth, worm

n. conferment, lodgment, lodgement, rendering, supply

Fransızca'da Verme : délivrance [la], fourniture [la], reddition [la]

Almanca'da Verme : n. Auflieferung, Aushändigung, Austeilung, Darreichung, Eingabe, Einreichung, Entäußerung, Übergabe, Überreichung, Vergebung, Zuerkennung

Rusça'da Verme : n. передача (F), вручение (N), подача (F), придание (N), дача (F), выдача (F), отдача (F), присуждение (N), наделение (N), предоставление (N), предание (N)