Buru nedir, Buru ne demek

Yerel Türkçe anlamı:

Bura, buraya.

Halı tezgâhında erişi sıkıştırmak, gerginleştirmek ve mazıyı çevirmek için kullanılan bir metre boyundaki sopa.

Kozalak ve sırıkla oynanan bir oyun.

Çeşme musluğu

Elli dirhem ağırlığında olan pamuk ipliği çilesi.

Sancı.

Eziyet.

Bir fizik terimi olarak tanımı:

Kuvvet öle etkidiği kuvvet kolunun çarpımı.

Teğetsel bir kuvvetin, bir nesneyi bir nokta çevresinde dönmeye zorlayan etkisi.

Diğer sözlük anlamları:

Ağrı, sancı.

İngilizce'de Buru ne demek? Buru ingilizcesi nedir?:

torque

Buru hakkında bilgiler

Tork, kuvvet momenti ya da dönme momenti, bir kuvvetin nesnenin ekseninde, dayanak noktasında ya da çevresinde dönme eğilimidir. Kuvvet ister itme, isterse çekme olsun; tork bir nesnenin döndürülmesi olarak düşünülebilir. Matematiksel olarak, tork uzaklık vektörü ve devir üretilmesini sağlayan kuvvet vektörünün kaldıraç koluyla çapraz çarpımı olarak tanımlanır.

Genel olarak, tork cıvata ya da volan gibi nesnelerin üzerindeki dönme kuvvetinin hesaplanmasıdır. Örneğin, bir vida ya da cıvataya bağlı İngiliz anahtarını çekmek ya da itmek, vida ya da cıvatanın gevşemesi ya da sıkıştırılmasını sağlayan tork (dönme kuvveti) üretir. Tork sembolü genellikle Yunan Alfabesindeki tau, τ dır. Moment olarak adlandırıldığında ise, M olarak ifade edilir.

 

Buru ile ilgili Cümleler

  • Burunları kanıyordu.
  • Ali kağıdı buruşturdu.
  • Türkçede birçok organ ve ekstremite ismi -b sesiyle başlar. Örn. baş, burun, boğaz, beyin, bel, bacak, bilek, bağır, böğür, bağırsak, böbrek.
  • Burun kanamamı durduramıyorum.
  • Burunlarımızla koklarız.
  • Büyük kırmızı burunlu komik bir palyaço gördüm.
  • Bu ilaç tıkalı burun için harikalar yaratacaktır.
  • Şişe burunlu yunuslar Dünya'daki en zeki hayvanlardan biridir.
  • Kadın burun spreyi kullandı, çünkü şiddetli bir soğuk algınlığı geçirdi.
  • Tom'un burun halkası hakkında ne düşünüyorsun?

Buru kısaca anlamı, tanımı:

Burusu tutmak : Sancılanmak.

Buruk : Burulmuş olan. Tadı kekre olan (meyve). Uygun olmayan şartlar sonucu dönerek büyüyen ağacın kerestesi. Alınarak küskünlük gösteren, gücenmiş (kimse).

Buruk buruk : Buruk bir biçimde.

Burukça : Tadı biraz buruk olan.

Buruklaşmak : Buruk bir durum almak.

Burukluk : Küskünlük, gücenmişlik. Buruk olma durumu, kekrelik.

Buruksu : Buruğa benzer, buruk gibi.

Burulma : Burulmak işi.

Burulma dayanımı : Elyafını bükerek kırmaya çalışan kuvvete karşı ağacın gösterdiği direnç.

Burulmak : Alınarak küskünlük göstermek, gücenmek. Ekseni çevresinde döndürülmek. Sancımak, ağrımak.

Burum burum : Burulmak fiili ile "çok fazla burulmak" anlamında kullanılan bir söz.

Burun : Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı. Kibir, büyüklenme. Karanın, özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda, türlü biçimlerde denize uzanmış bölümü. Bazı şeylerin ön ve sivri bölümü.

 

Burun boşlukları : Burun deliklerinden yukarı doğru açılan, mukozayla kaplı boşluklar.

Burun bükmek : Beğenmemek, önem vermemek.

Burun buruna : Birbirine çok yakın ve yüz yüze bir biçimde.

Burun buruna gelmek : Beklenmedik bir anda karşılaşmak, birbirlerine çok yaklaşmak. karşısında hissetmek.

Burun buruna olmak : Çok yakınında bulunmak.

Burun deliği : Burnun iki boşluğundan her biri.

Burun direği : Burnun kemiği.

Burun kanadı : Burun deliğinin yan tarafındaki kabarık bölüm.

Burun kıvırmak : Önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek.

Burun otu : Burna çekilen tütün, enfiye.

Burun perdesi : Burun boşluğunu ikiye ayıran bölme.

Burun şişirmek : Kibirlenmek.

Burun yapmak : Üstünlük taslamak.

Burundili : Burundi halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.

Burunduruk : Hayvanları nallarken ısırmaması için dudaklarını kıstırmaya yarayan kıskaç, yavaşa.

Burunlamak : Dışlamak. Sivriltmek. Aşağılamak.

Burunlu : Çıkıntısı olan. Herhangi bir biçimde burnu olan. Kendini beğenmiş, kibirli.

Burunluk : Burunsak.

Burunsak : Hayvanların burunlarına geçirilen ip, burunsalık, burunluk. Hayvan yavrusunun anasından süt emmesini önlemek için burnuna geçirilen başlık, burunsalık, burunluk.

Burunsalık : Burunsak.

Buruntu : Buru, sancı, bağırsak bozukluğu.

Buruş buruş : Çok buruşmuş.

Buruşma : Buruşmak işi.

Buruşmak : Tiksinmek, hoşlanmamak. Düzgünlüğü bozulmak, üzerinde kırışık ve katlamalar oluşmak. Ağızda kekrelik duymak.

Buruşturmak : Buruşuk duruma getirmek.

Buruşuk : Gerginliği, düzgünlüğü kalmamış, buruşmuş olan.

Buruşukça : Biraz buruşuk olan, pek düzgün olmayan.

Buruşukluk : Buruşuk olma durumu. Ciltte oluşmuş kırışık.

Ağız burun birbirine karışmak : Yüzde aşırı öfke, üzüntü, yorgunluk vb. durumların izleri görünmek. dayak sonucunda yüz yara bere içinde kalmak.

Ağızdan burun yakın kardeşten karın yakın : "insanın kendi yararı her şeyden önemlidir" anlamında kullanılan bir söz.

Gaga burun : Burnu uzun ve aşağıya doğru kıvrık olan (kimse).

İç burukluğu : Kırgınlık.

Kanca burunlu : Burnunun ucu dudağına doğru eğik ve ince olan (kimse).

Karga burun : Burnu karga gagasına benzeyen (kimse).

Kıl burun : Deniz içine uzanmış ince kara parçası.

Koç burunlu : Burnu alnıyla aynı doğrultuda ve kemerli olan (kimse).

Ölümle burun buruna gelmek : Ölümle sonuçlanabilecek çok büyük bir tehlike ile karşılaşmak.

Pat burun : Burnu yassı olan (kimse).

Susak burunlu : İri, çirkin burunlu (kimse).

Yüzünü buruşturmak : Yüzüne öfke ve hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek.

Sancı : İç organlarda batar veya saplanır gibi duyulan, nöbetlerle azalıp çoğalan ağrı. Sıkıntı.

Kuvvet : Yetke, erk, nüfuz. Şiddet, zor, cebir. Dayanıklı olma durumu. Güç. Bir niceliğin kendisi ile çarpılarak yükseltildiği derecelerden her biri: 2x2x2=23 denkleminde, 3 sayısı 2'nin kuvvetini gösterir. Durgunluğu harekete veya hareketi durgun bir duruma çeviren etken, direnci kıran veya direnç doğuran özellik. Fiziksel güç, takat. Bir ülkenin silahlı gücü.

Nesne : Belli bir ağırlığı ve hacmi, rengi olan her türlü cansız varlık, şey, obje. Öznenin dışında kalan her konu, obje. Geçişli fiili bütünleyen yalın veya belirtme durumunda bulunan tümleç.

Eksen : Üzerinde bir pozitif yön varsayılan sonsuz doğru. Bir cismi iki eşit parçaya bölen çizgi, mihver. Dingil. Çizgi.

Dayanak : Bir gerçekliğin onaylanması için olayların arkasında veya altında bulunan şey, kendisine bir şey yüklenilen, bir varlığa destek olan, altta bulunan temel. Destek, dayanak noktası. Bir iddiayı güçlendirmeye yarayan tanıt. Dayanılacak şey, istinatgâh, mesnet.

Nokta : Çok küçük boyutlarda işaret, benek. Yer. Konu, konu ile ilgili önemli bölüm. Orta nokta. Bazı harflerin üzerine konulan ufak işaret. Cümlenin bittiğini anlatmak için sonuna konulan, küçük benek biçimindeki noktalama işareti (.). Nöbetçi bulunan yer. Hiçbir boyutu olmayan işaret. Sınır, derece, radde. Nöbetçi, gözcü, bekçi.

Çevre : Kişinin içinde bulunduğu toplumu oluşturan ortam. Aynı konu ile ilgisi bulunan kimselerin tümü, muhit. Düzlem üzerindeki bir şekli sınırlayan çizgi. Bir şeyin yakını, dolayı, etraf, periferi. Hayatın gelişmesinde etkili olan doğal, toplumsal, kültürel dış faktörlerin bütünlüğü. Bir kimse ile ilişkisi bulunanlar, muhit. Yağlık. Bir birimden önce veya sonra gelen aynı türden birimlerin tümü, bunların oluşturduğu küçük grup, kontekst.

Buru tutmak : Gebe kadına doğum sancısı gelmek.

Buru zorlaması : Bir cisme burucu bir yüklenme uygulandığında eksende oluşan makaslama etkisi.

Burucu : Tosun ve boğaları burma işini yapan.

Buruculuk : Tosun ve boğaları burma işi.

Buruç : Ökse otu. bk. buruş- Meyvesiz ağaçların ilkbaharda verdikleri tohuma benzer şeyler. Meyve kurusu. [Bakınız: ökse otu]

Buruç gibi : İri ve yakışıklı.

Buruççun : Kınalı tüylü, düz gagalı, güvercin büyüklüğünde bir kuş.

Burugur : Bulgur

Buruğ : İshal, dizanteri. Sokak.

Buruh : Yumurtası burularak erkekliği giderilmiş koç, teke v.b. hayvan Densiz, münasebetsiz, aşırı cilve yapan. 1.Ters, inatçı. Erkek keçinin iğdiş edilmişi

Diğer dillerde Buru anlamı nedir?

İngilizce'de Buru ne demek? : [Buru] v. wrap, cover up, infest, clothe, suffuse